[söyleşi]: “Yolum Açık Ama Tek Başıma İlerlemem İmkansız”

Esin Pektaş

Urfa’da mülteciler için bir toplum merkezinin inşa edilmesini amaçlayan “We Are All Neighbors” projesinin yürütücüsü Mimar Esin Pektaş ile göçmen olmayı, mimarlıkta sosyal sorumluluk projelerini ve “We Are All Neighbors”ı konuştuk.

Öncelikle bize mimarlık serüveninizden kısaca bahsedebilir misiniz? Türkiye’de mimarlık okuduktan sonra sizi şu anki konumunuza getiren süreç nasıl gelişti?

Doğrusu serüven mimarlık bölümünü kazandığımı öğrenmemle başladı. Mersin’de yaşıyorduk o dönem. Sınav sonuçlarının gazetede açıklandığı hafta sonunun ardından ilk Pazartesi Mersin Mimarlar Odası’na gidip YTÜ Mimarlık’ta okuyacağımı ve staj aradığımı söyledim. İlk ustam Mimar Sabri Konak’la o zaman tanıştım. Kendisi İTÜ mezunuydu. Mimarlığın alfabesini, jiletle eskiz ve aydınger kesmeyi, kağıdı poligonal olarak bantlamayı, köşeleri çizerken çizgileri 3 mm taşırmayı, fasulye şeklinde havuz çizmeyi, boya yaparken gölgelendirmeyi, AutoCAD kullanmayı okula başlamadan öğrenme ve uygulama fırsatı buldum. Konut, banka ve araba galerisi şantiyelerinin tümüne “gerçek stajyerleriyle” beni de götürüyorlardı. Mesleğimize ve binalara olan hayranlığımda bu tecrübenin çok büyük rolü oldu.

Okul bittikten çok kısa bir süre sonra çekilişten çıkan Green Card’la Akron, Ohio’ya göç ettim. Dil bilmiyordum ama çalışma iznim olduğu için bir Burger King’de patates kızartarak işe başladım. Birkaç ay sonra insanlarla anlaşacak kadar dil öğrendiğime kanaat getirip sarı sayfalardan Akron’daki zaten az sayıda olan mimarlık ofislerini işaretleyip, tek tek kapılarını çalmaya başladım. Akron küçük bir şehir olduğu için insanlar eş, dost ve tanıdıklarıyla çalışmayı tercih ediyorlardı. Bir de göçmen nüfusu az olduğu için sanırım Akron’un Suriyelisi ben olmuştum.

Esin Pektaş
Esin Pektaş

Bunun üzerine iş başvurusu alanımı genişletip diğer şehirlerdeki iş ilanlarına bakmaya başladım. Bir hafta içerisinde 3 ayrı eyalette görüşmeye gidip reddedildiğim oldu. Bazen İngilizcem yeterli görülmüyordu, bazen “inch-feet” sistemiyle ilgili hiçbir bilgim olmadığı için eleniyordum. Bir de iş görüşmesi kıyafetlerimi komşumuzdan ödünç almıştım ve biraz büyük olmuştu üzerime, çok profesyonel durmamıştı sanırım.

En son Baltimore, Maryland’da bir görüşmeye çağrıldım. Başlangıç seviyesinde bir mimar aranıyordu, okuldan yeni mezun. Maket, çizim, modelleme yapması isteniyordu. Hem tüm koşullar beni tarif ediyordu, hem de bu sefer Akron’a geri dönecek benzim param kalmamıştı. Görüşmede onlara beni aradıklarını ve gerekirse para bile istemeyeceğimi, sadece bir mimarlık ofisinde olmak, yeri gelirse masaları silmek istediğimi söyledim. Kısaca 1 patron ve 2 proje müdürüyle yapılan görüşmelerin ardından çok düşük bir maaşla işe alındım. Sanırım hayatta daha mutlu hissettiğimi hatırladığım an azdır. İşe başladığımda bilgisayarımı ve sandalyemi evlatlarım gibi sevdiğimi söyleyebiliriz. İlk 3 ay kadar iş günü sonunda ofisten herkesle birlikte çıkıp onlar sokağın köşesinden gidince ofise geri dönüyordum. Bütün gece Architectural Desktop programını, çizim setlerini, mimari terimlerin İngilizcesini, “inch-feet”sistemini ve ölçekleri, malzemeleri ve bina kanunlarını öğrenmeye çalışıyordum. Mutfağımızda büyük bir bank vardı, orada kısa uyku molaları verip tekrar işe dönüyordum. Sabah herkes gelmeden önce çıkıp işe yeni gelmişim gibi güne başlıyordum.

İnsanların içindeki kendisi gibi olmayana duyulan bitmek tükenmek bilmeyen öfkeyi anlamakta güçlük çekiyorum.

Baltimore’da 11 ay çalıştıktan sonra Uluslararası Mimarlık Kongresi için İstanbul’a geldiğimde şehrin etkileyici güzelliğini çok özlediğime ve ona çok benzediğini düşündüğüm New York’a taşınmam gerektiğine karar verdim. Kongreden döner dönmez kendisi de New York’lu olan patronumdan izin isteyip, güzel de bir referans mektubu alıp New York’a geçtim. 2 gün sonra çağrıldığım iş görüşmesinde işe alındım. Aynı zamanda mühendislik okumaya başladım. 6 seneden uzun bir süre çalıştığım şirketim, cephe mühendisliği ve restorasyonu konusunda New York Yerel Kanun 11/98 adında spesifik bir endüstrinin içindeydi ve benim patronumun eski ustası bu endüstrinin kurucusuydu. Onların geleneğini birinci elden öğrenmek ve devam ettirmek şansına sahip oldum.

Şimdi aynı endüstrideki tek kadın yönetici olarak 9 eyalette şubesi olan bir şirketin başkan yardımcısı ve New York şube başkanı olarak çalışıyorum. New York Mimarlar Odası’nda diğer mimar ve yapı profesyonellerine LEED GA hazırlık kursları veriyorum. 2017 New York Yapı Fuarı’nda yüksek performanslı cepheler üzerine Mimarlar Odası onaylı bir seminer vereceğim.

Mültecilerin daha sağlıklı koşullarda barınması üzerine yapılan tartışmaların birçoğu Türkiye’de maalesef akademik çevrelerle sınırlı kalıyor ve bu konu üzerine geliştirilen projeler hayata geçirilemiyor. “We Are All Neighbors” adlı projeniz bu anlamda atılmış önemli bir adım. Amerika’da yaşan bir mimar olarak siz bu anlamda Türkiye’yi nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnsanların içindeki kendisi gibi olmayana duyulan bitmek tükenmek bilmeyen öfkeyi anlamakta güçlük çekiyorum. Kendi tercihimle seçtiğim göçmenlik tecrübemde bile bu öfkeye maruz kaldığımda hissettiğim “ben size ne yaptim ki?” çaresizliğini, sokağına bombalar düşerken terlikleriyle en yakın sınıra hayatta kalabilmek amacıyla kaçmış insanların nasıl yaşadığını tahmin edemiyorum bile. Amerika’da yaşadığım 13 yıl boyunca yaşanan her doğal afet sonrası belki de benden sırf göçmen olduğum için nefret eden insanların yardımına koşmaktan, bilgim, gücüm dahilinde yapabileceğim her yardımı denemekten hiç gocunmadım. Şahsen Suriyeli bir tanıdığım da hiç olmadı. Ortak paydamız insan oluşumuz. Bu gezegeni aynı anda paylaşan komşular olmamız. Kaldı ki onlar bizim kapı komşularımız. Komşu komşunun külüne muhtaçtır diye atasözü olan bir toplumun komşusuna külünü bile çok görüp kötü davrandığı bir dönem geçiriyor olmamız çok yazık. Ben 13 senedir ailemin tek bireyi olarak göçmenlik ediyorum, ama güvendeyim çünkü başım dara düştüğünde kapısını çalacak komşularım var. Tüm göçmenlerin de böyle hissetmesini istiyorum.

Burada (New York’ta) nüfusun çoğu göçmenlerden oluşuyor. “Öteki” olmak ya da insanları “ötekileştirmek” yok.

Anladığımıza göre proje kapsamında Türkiye dışından ve farklı disiplinlerden insanlarla bir arada çalışıyorsunuz. Bu kadar farklı insanı yabancısı oldukları bir coğrafyadaki mülteci problemi için nasıl bir araya getirdiniz? Bize biraz projenin nasıl doğduğu ve geliştiği hakkında bilgi verebilir misiniz?

Evet; ekibimizde besteci, istatistikçi, avukat, tarihçi, soprano, bahçıvan, mimar, mühendis, yazar; hemen hepsi ayrı meslekten ve ülkeden insanlar var. Çoğu yakın arkadaşım ve komşularım. Hepsinin ortak yönü yardıma ihtiyacı olan herkese el uzatmaları; kadınlar, göçmenler, mülteciler, LGBTQ bireyler, çocuklar, şiddete uğrayan insanlar, savaş ve doğal afet mağdurları… Tabii ekibin çoğu New York’lu. Burada nüfusun çoğu göçmenlerden oluşuyor. “Öteki” olmak ya da insanları “ötekileştirmek” yok. Herkes, kendi komşusu olarak görüp yardım etmek istedi mültecilere. O yüzden her şeyin arkadaş sohbeti olarak başlayıp projeye dönüşmesi 2 ay gibi kısa bir süre içinde oldu. Ben de hiç düşünmemiştim siz sorana kadar bu insanlar neden yardım ediyor diye. Tabii Türkiye’deki arkadaşlarım, özellikle üniversite dönemindeki kız arkadaşlarım çok yardımcı oldular: Gökçe, Zelal, Pelin, Gülçin, Ayşegül. Ayşegül Yıldırım Görsen mesela istatistikçi. İnşaat sektöründe olmamasına rağmen Türkiye’deki tüm malzeme fiyatları, proje bütçesi takip ve iletişimini ona borçluyuz.We Are All Neighbors - schematic design mtg 2

Benim uzun senelerdir hayal ettiğim, kadınlar tarafından kadınlar için inşa edilecek bir projem vardı. Onu gerçekleştirmek için 2 sene önce doğu illerinde bir geziye çıktım. Kiralık bir arabayla daha önce hiç gitmediğim Van, Diyarbakır, Urfa, Muş, Bitlis, Mardin, Antep kentlerinin hepsini gezdim. Bu gezi sırasında özellikle kadın belediye başkanlarıyla tanışıp onlardan projeme destek vermelerini istedim. Van Belediyesi çok ilgilendi ve kendilerinin belediyecilik anlayışlarını çok takdir ettim. Hemen her bölümde bir psikolog olması, ellerindeki kapı kapı dolaşıp toplanılmış istatistikler, çocuk gelinlerden işsizliğe, aile içi şiddete kadar pek çok konuda duyarlı bir şekilde çalışmaları benim için çok etkileyici oldu.

Fakat bu gezi sırasında yol üstünde gördüğüm mülteci kamplarının varlığı, çokluğu ve görünmezliği kendi projemi erteleyip acil bir mülteci yardımı projesi yapmam gerektiğini düşündürdü.

New York’a döndüğümde arkadaşlarımla bir ekip oluşturup şu an aktif olarak mültecilere yardım eden Hayata Destek Derneği ile iletişime geçtik. En kalabalık mülteci nüfusunu barındıran şehirlerden biri olan Urfa’da mültecilere temel ihtiyaçlarını gidermede, sosyal hizmetlere ulaşmada, travmalarını aşmada etkili destek sunan bir toplum merkezi kurulacağını, ancak maddi yetersizlikler yüzünden istenen verimlilikte organize edilemediğini öğrendik.

Çizim masasının başına geçerek nasıl bir toplum merkezinin her yaştan ve seviyeden mülteciye en verimli hizmeti sunabileceğini projelendirmeye başladım. Ortaya benim ve tüm arkadaşlarımın içine sinen bütünlüklü bir merkez planı çıktı. Bu merkezde mevcut iki binaya ek olarak kargo konteynerler inşa edilecek, böylece zorunlu kalındığı koşulda konteynerler afet bölgelerine de taşınabilecek. Merkezi çevreleyen geniş bir bahçe olacak, yerel halkla mülteciler birarada ağırlanıp kaynaşma zemini artırılabilecek. Urfa taşı kullanılarak yapılacak açık hava tiyatrosu ise bölgenin dokusunu, tarihini taşırken sanatsal faaliyetler için önemli bir kamusal alan olma niteliği taşıyacak.

Projenin tüm malzemeleri, mümkünse kadın işletme sahiplerinin ön plana çıktığı yerel işletmelerden ve çevreye duyarlı malzemelere öncelik verilerek edinilecek. Enerjisini güneşten, suyunu yağmur suyu deposundan temin eden, kendisine yeten bir proje olacak. İçinde çocuklar için oyun alanları, kreş ve eğitsel faaliyet sınıfları, terapi odaları yer alacak.

Mülteciler ve yaşadıkları şehirlerdeki yerel halk arasında zaman zaman problemler çıkabiliyor. Mülteciler ve yerel halk arasındaki problemleri azaltmak, onların birlikte yaşayabilmelerini sağlamak adına da projeleriniz olacak mı?

Evet, projemiz tam da bu fikir etrafında tasarlandı. Mahalledeki en geniş bahçe bizim arsamızda olacak. Doğanın ve yeşilin insanları biraraya getirme gücü, Urfa’nın kavurucu güneşinden kaçıp asma yapraklarının gölgesine sığınan Urfa’lı ve Suriyeli komşuların ortak sohbetlerinde görülecek. Açık hava tiyatrosunda konserler, oyunlar, düğünler düzenlenecek. Pek çok topluma ev sahipliği yapmış bu toprakların ortak zemini olan müzik, insanları biraraya getirip gereksiz düşmanlıkları unutturacak ve yaraları iyileştirecek.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde yürüttüğünüz “kadın merkezleri” konulu projeniz şu anda devam ediyor mu? “We are all Neighbors” için de bir çıkış noktası oluşturan bu projenin araştırma süreci, karşılaştığınız insanlar, aldığınız tepkilerden ve araştırmalarınız sonucunda yaptığınız çıkarımlardan bahsedebilir misiniz?

Evet, proje arsamızın yeri Van’da belirlendi. Bu projeyi de Van Belediyesi Başkanı Hatice Çoban’ın yardımıyla, Hisar Anadolu Destek Derneği’yle yürüteceğiz. HADD üyeleri uzun seneler önce Robert Kolej’de lise arkadaşlığı yapmış ve birbirlerinden hiç kopmamışlar. Tıpkı ben ve arkadaşlarım gibi. Hedefleri, Van’da kurdukları atölyelerde yörenin geleneksel tekniklerini koruyarak kilim, sabun ve fular üretmek, arıcılık yapmak ve bu sayede aileleri ile köyden kente göç etmek zorunda bırakılmış genç kadınlara el ve iş becerisi kazandırarak ekonomik ve sosyal gelişimlerine katkı sağlayacak bir platform oluşturmak. Şimdi bu kadınların kendilerini ait hissedeceği ve tüm şehrin ziyaret edebileceği bir kadın kültür merkezi inşa etmeyi planlıyoruz. Burada kadınlar üretim ve ürünlerini sergileme fırsatı bulacak. Uluslararası kadın sanatçıların konaklaması ve sanatlarını öğretmeleri için mekanlar olacak.

Hatice Çoban, Esin Bektaş, Servet Harunoğlu
Hatice Çoban, Esin Pektaş, Servet Harunoğlu

Türkiye’de mimarlık mesleğinin getirdiği “piyasa şartlarına uyum sağlama” gerekliliği içerisinde mimarlar sosyal sorumluluk projelerine ayıracak zaman ve enerjiyi çoğu zaman bulamıyorlar. Bu tip atılımlar daha farklı kurumlardan bekleniyor ve mimarlar sadece birer işbirlikçi olarak yer alabiliyor. Sizce mimarların bu tür sosyal konularda rolü nedir ve nasıl üstlenilmelidir?

Bunun için söz hakkı sahibi sayılmam ama bunda suç pek mimarların değil. Yarın ve yaşam kaygısı duyduğunuzda mevcut kazanımlarınızı başkalarıyla paylaşmayı düşünme lüksüne sahip olmuyorsunuz sanırım. Mesela burada haftada 5 iş günü çalışıyoruz ve akşam 5’te paydos ediyoruz. Senede 3 hafta ücretli tatil, 12 gün hastalık izni var. Ben uzun senelerdir full-time çalışıp full time inşaat ve makina mühendisliği dersleri alacak kadar vakte sahibim mesela. Diğer mimar arkadaşlarımla iş çıkışı buluşup yarışmalara hazırlanacak kadar vaktimiz var hepimizin. Mesleğimizin eyalet ve şehir kanunlarıyla güçlendirilmiş saygınlığı sayesinde işsiz kalma korkusu yok günlük rutinimizde. Kadın, göçmen ya da genç olduğumuz için inşaat sektöründe hor görülmüyoruz. Müşterilerimiz bize istedikleri her şeyi parayla yaptırma gücüne sahipmiş gibi davranmıyorlar. Ama İstanbul’daki arkadaşlarım haftada en az 6 ya da 7 gün çalışıyorlar. Paydos saatleri erken olanlar bile trafik ve şantiyelerin şehre uzaklığı yüzünden günün önemli bir bölümünü iş eksenli geçiriyorlar. Burada aynı şirkette 1 sene çalıştığınızda çok değerli görülüp haklara sahip olurken, Türkiye’de sürekli yeni mezun ve daha ucuza çalışacak iş gücü bulmakla tehdit ediliyorsunuz. Burada mimar sayılabilmek için eyaletin isteklerine eşdeğer bir eğitim alıp, uzun seneler lisanslı bir mimarın denetimi altında çalıştığınız her saati onaylatıp pek çok mesleki sınava girmeniz gerekiyor. Her eyalet değiştirdiğinizde o eyalete özgü sınava – mesela deprem bölgesiyse deprem sınavına – da girip yeni bir lisans almanız gerekiyor. Lisans sınavlarına girebilmeniz için çalışma tecrübenizin yanında gönüllü çalışma yapmanız bekleniyor. Yani topluma faydalı bir proje yapmanızı devlet kendisi şart koşuyor. Türkiye’de okuldan mezun olup odaya kaydolduğunuzda mimar sayıldığınız için burada az sayıda kalifiye profesyonelden birinin gördüğü saygı yerine Türkiye’de kalabalıktan biri muamelesiyle karşılaşıyorsunuz. Burada Mimarlar Odası ve diğer sivil kuruluşlar çok güçlü ve yerel kanunlarda etkili olurken Türkiye’de Oda’nın dün varken bugün yok sayılması doğal karşılanıyor.

Yine de gönül ister ki dünya tarihini, tüm şehirleri, mekanları tanınabilir, anlamlandırılabilir hale getiren en toplumsal mesleğin sahipleri olarak biraraya gelelim ve toplumsal krizleri tasarımlarımızla, insan merkezli düşünülmüş mekanlar yaratarak yenelim. Yoksa niyet sorunumuz olduğunu düşünmüyorum. Mesela Hayata Destek Derneği’ne gönüllü yardım eden Türkiye’de çalışan mimarlar var: Murat Bozdoğan gibi, Gülçin Coşkun gibi…

Türkiye’deki inşaat şirketlerinden para yerine malzeme yardımında bulunmalarını istiyorum.

Peki siz maddi olarak projenizi nasıl destekliyorsunuz? Maddi yardımda bulunmak isteyenler veya bu projede sizinle birlikte çalışmak isteyenler size nasıl ulaşabilirler?

Bu soru için özellikle teşekkür ediyorum. Yalnız başına sosyal projeler yapmak hem zaman hem maliyet açısından mümkün değil. Projeyi dinleyenler hep çok beğenip yolun açık olsun diyor. Yolum açık ama tek başıma ilerlemem imkansız. Proje için burada bir kampanya başlattık. Sosyal medyayı daha önce kullanmadığım için ve kampanya nasıl yapılır pek tecrübem olmadığı için şimdilik sadece birebir tanıdığım, az önce bahsettiğim arkadaşlarıma ulaşabildim bağışlar için. Ama Türkiye’deki inşaat şirketlerinden para yerine malzeme yardımında bulunmalarını istiyorum sizin aracılığınızla. Özellikle konteyner, Urfa taşı ve solar panel verirlerse projemiz hemen yaşanılabilir hale gelecek. Projenin bütçesini kampanyanın sayfasında en aşağıda bulabilirsiniz:

https://turkishphilanthropyfunds.givecorps.com/projects/13946-giving-circles-we-are-all-neighbors